Barışını arayan Türkiye

Barışını arayan Türkiye

Toros Korkmaz

Türkiye, kurulduğu günden beri gerçek anlamda barışı sağlama arayışında. Bu barışın eksikliği, halklar için çok ağır bedeller getirdi. Ülkede insanlar sadece ölerek değil, giderek yoksullaşarak da bu bedeli ödüyor. Aileler evlatlarını yitiriyor, gençler ya mezarda ya da hapishanelerde gençliklerini tüketiyor. Eğer barış sağlanabilseydi, Türkiye Ortadoğu’nun en huzurlu ve refah seviyesi en yüksek ülkelerinden biri haline gelebilirdi. Ancak bu barışsızlığın en ağır yükünü, nüfusun en az beşte birini oluşturan Kürt halkı taşıyor. Devlet adeta Kürtlere savaş açmış durumda. Oysa Kürtler, bu coğrafyanın en kadim halklarından biri olarak Anadolu’ya Türklerden çok önce yerleşmiş bir topluluk. Buna rağmen, eşit haklardan yararlanamayan, yabancı bir unsur gibi muamele görüyorlar. Bu durum, Kürtlerin kendi topraklarında bile ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edilmesine ve haklarından mahrum bırakılmasına neden oluyor. Türkiye’nin, ülkenin kurucu unsurlarından olan Kürtleri bir tehdit veya öteki olarak görmesi, hem toplumsal barışın önünde en büyük bir engeldir. Bugün barışın sağlanması, sadece Kürt halkı için değil, Türkiye’nin tamamı için yeni bir başlangıç anlamına gelebilir.

Türkiye çok uluslu ve çok inançlı Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması sonucunda ortaya çıktı. Osmanlı’nın son yönetici kadroları olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, iktidara geldikleri 1908 yılından itibaren giderek Türkçü ve Türk-İslam sentezci bir dünya görüşünü benimsedi, devlete egemen kıldı ve toplumu da bu dünya görüşü doğrultusunda şekillendirmeye çalıştı. Bu yönetici kadrolar, I. Dünya Savaşı’nın uluslararası politikada yarattığı otorite boşluğundan istifade ederek, o zamana kadar Anadolu coğrafyasının yaklaşık yüzde otuzunu oluşturan kadim halklardan Rum, Ermeni ve Süryanileri soykırım ve zorunlu göçlerle köklerinden kopararak neredeyse yok etti. Bu kadroların önemli bir bölümü 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular. Şoven, tek tipleştirici Türk-Sünni İslam kimliğini birinci sınıf, diğer bütün etnik ve inançsal kimlikleri ikinci sınıf sayan ve zaman içerisinde asimile ederek yok etmeyi amaçlayan dünya görüşlerini ustalıkla devlete egemen kıldılar. Bu sefer en büyük mağdurlar Anadolu’nun, Türkler gelmeden önce bu coğrafyada yaşayan en büyük yerli halkı olan Kürtler ve Sünni İslam’ın dışında kalan inanç grubu olan Aleviler oldu. I. Dünya Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda Türklerle aynı cephelerde savaşarak ölen ve büyük fedakârlıklar sergilemiş olan Kürtlere cumhuriyetin kuruluş sürecinde verilen özerklik sözü tutulmadığı gibi Kürt kimliği ve dili tamamen yok sayıldı.[i] Özellikle cumhuriyetin ilanını takip eden ilk on beş yıllık süreçte Kürtler, bu durum karşısında haklı tepkiler gösterdiler ve önce 1925’te Şeyh Sait öncülüğünde, daha sonra da 1926-29 yılları arasında İhsan Nuri Paşa önderliğinde isyan ettiler. O dönemin koşullarında yeterli ölçüde örgütlenemedikleri için kendini savunamayan Kürtler başarısız oldular ve sonrasında devletin kırımına maruz kaldılar. Bunlara ilaveten, devletin Alevi Kürtlerin yoğun yaşadığı Dersim bölgesinde de 1937-39 yılları arasında on binlerce kişiyi öldürerek soykırım yaptığını belirtmek gerekiyor.[ii]

Kürtlerin gerek nüfus olarak çok olması, gerekse özellikle son kırk yılda örgütlenerek belli bir politik bilinç kazanması, asimilasyoncu zihniyetle çatışmaya girmesini kaçınılmaz kıldı. Son kırk yıldır bu çatışma düşük yoğunluklu bir savaş halini aldı; on binlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarca Kürt anayurtlarından köyleri yakılarak zorunlu göçe maruz bırakıldı. Gene, on binlerce Kürt politikacı, aktivist ve onlarla dayanışan sosyalistler hapis cezaları aldı, yurt dışına sürgün gitmek zorunda kaldılar. Ülke ekonomisinin kaynakları eğitime, sağlığa, bilime, kültüre, sanata, kısacası ülke içinde yaşayan insanların her anlamda yaşam standartlarını yükseltmeye yarayacak olan faaliyetler yerine güvenlik ve askeri alanlara harcandı.

Son zamanlarda Türkiye’nin Kürt sorununun çözümüne dair tartışmalar, Türkiye’yi yöneten iktidar bloğunun küçük ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli’nin uluslararası politik konjonktürün sıkıştırması sonucu yaptığı açıklamayla yeniden alevlendi.[iii] Bu açıklama, demokratik Kürt hareketinin lideri olarak kabul gören Abdullah Öcalan’ın son kırk üç aydır tam tecrit koşullarında yaşadığı gerçeği görmezden gelinerek, gerekirse serbest bırakılabileceği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde PKK’ya silah bıraktırabileceği bir konuşma yapması olasılığına dairdi. Bu açıklamanın sonrasında, çok kısa bir süre için de olsa yeniden bir çözüm sürecinin başlayabileceğine dair inanç yeşerdi. Ancak bu açıklama, Türk devletinin Kuzey Suriye’deki özerk Rojava Kürt bölgesi ve Kuzey Irak Kürt bölgesini bombalamasını durdurmadı, onlarca kadın ve çocuk ölmeye devam etti. Üstüne üstlük çok yüksek oylarla demokratik Kürt hareketinin en büyük bileşeni olan DEM Parti’nin kazandığı belediyelere kayyumlar atandı. Sadece Kürt siyasetinin değil, aynı zamanda birçok Türk siyasetçinin de haklı saygısını kazanmış olan Ahmet Türk’ün belediye başkanlığı zorla elinden alındı.[iv] DEM Parti’nin öncülü olan HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ise yine terörist olmakla suçlandı.[v] DEM Parti de kapatılmakla tehdit edildi. Tüm bu gelişmeler, Abdullah Öcalan özelinde yapılan açıklamaların Türk devletinin kalıcı bir barışı hedeflemediğini, Ortadoğu’daki son savaşta gücünü artıran İsrail’in Kürtlere yönelik politikalarına ön almaya ve aynı zamanda giderek zayıflayan rejimin ömrünü uzatmaya yönelik günü kurtarmaya dönük politikalar olduğu kanaatini güçlendirdi.

Burada kafa karışıklığını gidermeye yönelik açıklamalar yapmak gerekiyor. Kürt siyasetini biraz bilenler Abdullah Öcalan’ın Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünde önder pozisyonu nedeniyle çok etkili bir aktör olduğunu bilirler. Diğer önemli aktörler de PKK üst yönetimi ve DEM Parti yöneticileridir. Burada unutulmaması gereken nokta Abdullah Öcalan’ın bu diğer aktörler ile eşgüdüm içerisinde bir karar alacağı gerçeğidir. Kürt siyaseti bu anlamıyla bir bütündür. Abdullah Öcalan üzerinden Kürt hareketi bölünmez. Abdullah Öcalan’ı dışlayan bir çözüm süreci de barışı asla getiremez.

Son yüzyılda, yazının da başında belirttiğim gibi, genel olarak Türk-Sünni İslam Sentezi’ne dayalı olarak geliştirilen politikalar ve özel olarak son kırk yılın düşük yoğunluklu savaş ortamını meşrulaştırmak için Kürtleri hedef tahtasına koyan politikalar, Türkiye halklarının önemli bir bölümünde Kürtler konusunda ırkçı önyargılar oluşturmuştur. Resmi devlet görüşünün dışına çıkamayan anaakım medyanın dili de bu ırkçı önyargıların üretilmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Buna ilaveten, bilim ve sanat dünyasının da önemli bir bölümü toplumdaki Kürt düşmanlığını körüklemiştir. Örneğin, Türkiye’nin en özgün sanatçılarından Ahmet Kaya, müzik camiasının önemli temsilcilerinin bulunduğu bir ödül töreninde Kürtçe şarkı yapma isteğini dillendirdiğinde bu kişiler tarafından linç edilmiş[vi] ve o dönemin okunurluğu en yüksek olan Hürriyet gazetesi tarafından terörist olarak damgalanmıştır.[vii]

Türkiye’de kendini Türk etnik kimliği ile özdeşleştiren toplumun büyük kesimi yaşanan onca açık haksızlığa rağmen Türkiye’de Kürt sorunu olmadığını rahatlıkla dile getirebilmektedir. Konuyla ilgili son dönemlerde yapılan ve daha sonra internete yüklenen sokak röportajlarında Türkiye halkının Kürt ve sosyalist olmayan büyük kesimlerinin Kürt sorununu resmi devlet çizgisinde bir güvenlik ve terör sorunu olarak gördüğü göze çarpmaktadır. Bu durum karşısında Kürtlerin hâlâ Türklerle beraber yaşama ve Türkiye devletinden kopmama yönünde irade ortaya koyması çok büyük bir özveri olarak yorumlanmalıdır. Dünyada ülke içinde bu kadar büyük bir nüfusa sahip olan bir etnik halkın hâlâ anadilde eğitim hakkına bile sahip olamaması, mahkemelerde kendi dilinde savunma yapamaması, parlamentoda Kürtçe konuşulduğu zaman bunun kayıtlara “bilinmeyen bir dil” olarak geçmesi, Türkiye’nin Kürt sorunu konusunda alması gereken mesafenin ne kadar uzun olduğunu bir kere daha hatırlatmaktadır.

Türkiye, kuruluş sürecinin öncesinde ve sonrasında yüz yılı aşkın zamandır kaybettiği barışını yeniden kurmak zorunda. Bu barışın gerçekleşmesi için öncelikli olarak devletin yönetim aklının parametrelerini oluşturan tek tipleştirici, militarizmi öven, erkek egemen Türk-Sünni İslam sentezci ideolojisi yok olmalıdır. Türkiye’nin tarihi yeniden yazılmalı; geçmişte yaşanan, başta Ermeni ve Hristiyan soykırımları olmak üzere, Alevilerin ve Sünni İslam’ın dışında kalan inanç gruplarının ya da inançsızların yaşadığı tüm haksızlıklarla yüzleşilmelidir. Türkiye’nin Kürt sorunu bir terör ve güvenlik sorunu olarak görülmekten vazgeçilmeli ve Kürtlerin cumhuriyetin kuruluşundan beri uğradığı tüm haksızlıklarla yüzleşilmelidir. Kürtlerin dil ve kültür hakları tanınmalı, Kürt siyasetçilerin ve siyasi mahkumların yaşadığı tüm haksızlıklara son verilmelidir. Kürtlere karşı Türkiye toplumunun büyük bir kesiminde devlet eliyle geliştirilmiş ırkçılıkla mücadele edilmelidir. Devlet, Türkiye sınırlarının dışında yaşayan Kürtleri düşman unsur olarak görme politikasından acilen vazgeçmeli ve hatta onların içinde yaşadıkları ülkelerde yaşadıkları sorunların çözümüne katkıda bulunmalıdır. Tüm bunlara ilaveten barış süreci yeniden başlayacaksa, toplumun mümkün olduğunca en geniş kesimlerini bu sürece katıcı bir politikanın geliştirilmesi zorunluluktur. Sol sosyalist hareketlerden ana muhalefet partisi CHP’ye, liberal ve Müslüman aydınlara kadar tüm kanaat önderleri barış konusunda taleplerini yükseltmek zorundadır.

Son olarak barışın bir erdem, savaşın ise bir çaresizlik hali olduğu, en kötü barışın en iyi savaştan daha iyi olduğu, savaşların halklar ve özellikle bir avuç kapitalist savaş tüccarı hariç hiçbir kazananı olmadığı anlatılmalıdır. Ünlü filozof Immanuel Kant’ın da dediği gibi, içinden geçtiğimiz süreç mutlak ve koşulsuz bir barış iradesini toplumda acilen geliştirmek için barış mücadelesine sımsıkı sarılmayı zorunlu kılmaktadır.

REFERANSLAR

[i] Heckmann, Lale Yalcin ve Strohmeier Martin. 2016. Die Kurden Geschiche Politik Kultur. (Kürtler, Tarih, Politika, Kültür), Münih: C.H.Beck Yayınları. Sayfalar: 96-105.

[ii] Çiçek Cuma. 2017. The Kurds of Turkey National, Religious and Economic Identities. .I.B. Tauris Yayınları. Sayfalar: 65-66.

[iii] Bahçeli’den Öcalan çağrısı: Meclis’e gelsin DEM grubunda silah bırakıldığını ilan etsin – Son Dakika Türkiye Haberleri | NTV Haber

[iv] Ahmet Türk: Mardin’de yerine üç kez kayyum atanan Kürt siyasetçi kimdir? – BBC News Türkçe

[v] Meclis’te kavgadan kıl payı dönüldü: Demirtaş’a yönelik ‘terörist’ ifadesi ortalığı karıştırdı

[vi] Ahmet Kaya’ya Saldırılan Geceyi Anlattı | Candaş Tolga Işık ile Az Önce Konuştum

[vii] Ahmet Kaya şerefsiz kelimesini çok severmiş – Aktüel Haberleri

Dr. Toros Korkmaz

Yazar
Akademisyen

* Blog sayfamızda yayımlanan fikir  ve görüşler yazarların kendi görüşleri olup EFFP’nin (Avrupa Barış ve Özgürlük Forumu) görüşlerini temsil etmez.