November 28, 2024
Toplumsal bir barıştan bahsediyorsak öncelikle kadının erkekle, ezilenin ezenle ilişkisinin özgürlük temelinde yeniden düzenlemeye ihtiyaç var.
Kadınla özgürlük temelinde sözleşmesini kurmayan hiçbir toplumsal sistem demokratik olma- özgür olama şansına sahip olamaz.
Feminicide (Qirkirina jinê) kadınların sırf kadın olmalarından dolayı karşı karşıya kaldığı kırım politikasıdır. Aslında soykırım politikaları da dahil tüm kırım politikalarının kaynağında Feminicide vardır, demek abartı değildir.
Kırım, savunmasız bir grubun yok edilmesi, ortadan kaldırılmasının hedeflenmesini ifade eder. Kadınlar binlerce yıl bu uygulamaya maruz kalmasına rağmen kadın kırımının Feminicide olarak tanımlaması daha yeni sayılır. Feminicide kavramı ilk kez 1976 yıllında Güney Afrikalı feminist akademisyen Diana Russel tarafından dile getirildi. Ancak yaygın kullanılması son 20-30 yıla denk gelir. 1990 lı yıllardan itibaren özellikle Guatemala ve Meksika başta olmak üzere Latin Amerika’da yaygın yaşanan kadın katliamlarını tanımlamak için feminicide kavramı kullanılmaya başlandı.
Soykırım kavramı 1947 yıllından beri BM tarafından tanınıp, uluslar arası antlaşmalarla insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında ele alınmasına rağmen feminicide henüz yeni yeni tanımlanıyor. Üstelik halen insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında ele alınmıyor. Tanımsız bırakılıyor. Kadın kırımını tanımlayacak ve yaşanan kayıpları tanzim edecek, insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında ele alacak uluslar arası bir antlaşma henüz yok. Tanımsız bırakılarak, böylece yaşanan kırım politikalarının devam ettirilmesi sağlanır. (Oysa 2020 yıllında BM nin hazırladığı raporda bile 81 bin kadın erkekler eliyle öldürülmüş.)
Soykırım olarak tanımlanan suçlar kapsamında da kadınların yaşadıkları gündeme gelmez. Örneğin Ermenilerin, Yahudilerin, Ezidilerin yaşadığı soykırım politikaları uluslararası kurumlar tarafından bir şekilde kabul edilip, yaşanan maddi ve manevi yıkımı hafifletmeye yönelik yeterli olmazsa bile oranlarda girişimlerde bulunuldu. En azından yaşanan acılar dile getirildi. Ama bu soykırım süreçlerinde kadınların yaşadıkları neydi, yaşanan acılar nasıl telefi edilebilir konuları uluslararası kurumlarca pek görülmedi ve gündeme alınmadı. Oysa çok iyi biliyoruz ki soykırımı yaşayan halkların- toplulukların kadınları kadın olmaktan dolayı ikinci bir kırım politikasıyla karşı karşıya kaldılar.
Kürt kadınları ise bunu kat be kat yaşadı. Çünkü Kürt kadınları aynı zamanda varlığı uluslararsı antlaşmalarla yoksayılan bir halkın kadınlarıydı. Kürt kadınları bir yandan ataerkil sistemin binlerce yıla yayılan kadın kırım politikaları diğer yandan ulus-devlet politikalarının kıskacında kaldı. Dört ulus-devletin sömürgeleştirdiği Kürdistan coğrafyasında kadın olmak, uluslararası antlaşmalarla varlığı yok hükmünde sayılan bir halkın kadınları olmak her tür kırım politikasıyla karşı karşıya kalmayı ifade etti. Kürt kadınlarının maruz kaldığı kadın kırım politikalarını çözümlemek için, özelde Kürt halkının varlık sorununu ele almak gerekir.
Egemen devletler, 1923 yıllında imzaladıkları Lozan antlaşmasıyla Kürt halkını yok hükmünde saydılar. Bu da egemen- ulus devletlere her türlü katliam yapma izni vermek anlamına geldi. Uluslar arası antlaşmalarla bir halkın yok sayılması egemen ulus-devletlerin Kürtlere yönelik yaptığını her katliam politikasını onaylamak anlamına geldi. Bu son derece önemli bir konudur. Bu Kürt halkının- kadınlarının yaşadığı katliamlarda dünya kamuoyunun sessiz kalmasının temel sebeplerinden birini oluşturdu. Böylece yapılan katliamlar uluslararası sözleşmelerin dışında bırakıldı.
Kürdistan’da yıllardır yürütülen savaş, yakılıp, yıkılan binlerce köy, katledilen onbinlerce insanın faalleri sorulmadı. İnsanlara dışkı yedirilmesinden tutalım, insanların asit kuyularında eritilmesine kadar, yakılan ormanlardan, kimyasal silahların kullanılmasına kadar hiç biri soruşturulmadı, hesabı sorulmadı. Enfal hareketiyle yüzbini aşkın Kürdü öldüren, kimyasal silah kullandığı dünya kamuoyunca tespit edilen Saddam Hüseyin bile bu suçlardan yargılanmadı. Sadece Şiilere uyguladığı katliamdan dolayı idam cezası aldı. İşte dört ulus-devletin Kürtlere ve Kürt kadınlarına karşı perwasızlığı birazda kaynağını buradan alıyor.
Kürtlerin varlığının yoksayılması, Kürt kadınlarının bu katliamları katlanarak yaşamasına neden oldu. Öyle ki bazen fiziki imha kadınlar için kurtuluş oldu. Katliamdan kurtulan kadınlar ölümden daha beter yaşam koşullarına mahkum edildi. Kadınlar bilinçli olarak hedef alındı, öldürülmekle yetinilmedi, bedenleri teşhir edildi. Egemenler pek çok kez kadın bedeni üzerinden kırım politikalarını derinleştirmeye yönelik mesajlar verdi.
Dersim katliamında, Maraş katliamında binlerce kadın katledildi, tacize- tecavüze uğradı, hamile kadınların karınları süngüyle deşilerek çocuklar parçalanıp, çıkarıldı. Yine Maraş katliamında kadınların göğüslerinin kesilmesi, hamile kadınların karınlarının deşilip, ceninin süngülenmesi bu politikanın bir sonucu olarak gelişti. Yani öldürürken bile beden bütünlüğünü bozmaya, hafızalarda dehşet görüntülerini oluşturmaya, kadın bedeni üzerinden tüm topluma mesaj verilmeye çalışıldı. Bu durum daha sonraki yıllarda da yaşanmaya devam etti. 2015 yıllında Özyönetim döneminde Ekin Wan’nı ( Kevser Eltürk), katledilmekle yetinmeyen Türk devleti, cenazeyi teşhir ederek, itibarsızlaştırmaya, beden üzerinden tüm topluma mesaj vermeye çalıştı. Ölüye saygı, ölünün bedensel bütünselliğinin bozulmama ahlaki ilkesi çiğnenerek, katledilenin çıplak bedeni basın üzerinden teşhir edildi. Benzer bir durumu da 2018 yıllında Efrin savaşı sırasında YPJ’li Barîn Kobanê’ye ( Amina Ömer) yaptıklarını görüyoruz. Bu tür politikaları her ne kadar devletler uyguluyor olsalar da aslında bunun altında ataerkil sistemin yarattığı kadını nesneleştiren, kadın bedeni üzerinden erkeğe, topluma mesaj vermeyi içeren ataerkil zihniyet yer alıyor.
Katliamdan kurtulan kadınlar ise çoğu kez işgalciler tarafından taciz- tecavüze maruz kaldı yada bir “ganimet” gibi el konuldu. Kadınlar ele geçmemek, tecavüze uğramamak için çoğu kez kendi yaşamlarına kendileri son verdi, kendilerini uçurumlardan attı. Örneğin Sason isyanı yenilgiyle sonlandığında erkekler büyük oranda ya öldürüldü yada tutuklandı. Ama isyana öncülük eden ve aynı zamanda isyan lideri olan Mihemedê Elîyê Unis’ın kızı Rinde Xan tutuklanıp, tecavüz edilmek istendi. Rinde Xan tecavüze uğramamak için kendini Malabadi köprüsünden attı.
Bir başka katliama biçimi aileler katledilirken, kız çocuklarına el konulmasıdır. 1938 Dersim katliamından sonra sayısı hiçbir zaman tam olarak bilinmeyen kız çocukları, annesinin- babasının- hısım akrabasının katili olan subayların yanına hizmetçi olarak verildi. Kendi köküyle, geçmişiyle, toplumsallığıyla bağları koparıldı. Pek çoğu tacize- tecavüze uğradı, kendi katili ile evlenmeye zorlandı. Nezahat Gündoğdu’nun çabasıyla yaşananlar kısmen açıklığa kavuşmuş olsa da halen bilinmeyen, ulaşılmayan pek çok Pek çok Dersimli Kayıp kız yaşadıkları vahşeti dile getiremeden, akıbetleri bilinmeden öldü, aramızdan ayrıldılar.
1930 yıllında yaşanan Zilan Katliamında katledilen 15 bine yakın kişi arasında çok sayıda kadın ve çocuk vardı. Yine pek çok kadın askerler tarafından alınıp, batı illerine götürüldü. Akıbetlerinin ne olduğuna dair günümüzde bile bir bilgi yok.
Benzer bir durumu 1986-89 yılları arasında Irakta Enfal hareketinin ardından Güney Kürdistan’da yaşandığını görüyoruz. Sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte kimi kaynaklara göre 5 bin civarında genç Kürt kadını Saddam askerleri tarafından kaçırıldı. Mısır, Ürdün, körfez ülkelerinde Arap Emirlerine satıldı. Burada tuhaf olan şu ki bu kadınlar bir ulus- devlet eliyle, birde ataerkil feodal sistem eliyle öldürüldü. Çünkü konuya namus meselesi olarak yaklaşan güneyli aileler ve siyasi partiler daha sonra bölgede iktidar olmalarına rağmen asla bu kadınlardan bahsetmedi, kadınların bulunup, ailelerine kavuşması için girişimde bulunmadı. Saddam askerlerinin kaçırdığı kadınlar kirlenmiş, aile ortamına tekrar dönmemesi gereken kişiler olarak ele alındı. Onlardan hiç bahsetmemek, bir anlamda onları unutmak, hafızadan silmek amaçlıydı. Kadınların birde böyle kendi ataerkil toplum zihniyetleri tarafından ikinci bir katliama uğrama durumları var.
Bazen de sömürgeci güçler tarafından erkeği cezalandırmak amacıyla kadınlar cezalandırılmıştır. Erkeğe boyun eğdirmek amacıyla kadına taciz- tecavüz, işkence yapılması rutinleşen uygulamalardır. Bu tür durumlarda erkekler yaptıklarından dolayı kadınlar ise daha çok erkeğin yaptıklarından dolayı işkenceye maruz kaldı. Örneğin 1990 lı yıllarda özgürlük mücadelesinin gelişmesiyle birlikte devlet askerleri tarafından köyler basılıp, toplu gözaltılar yapıldığında, kadınların yaşanan olaylarda katkısı olsun olmasın gözaltına alınır, pek çok kez eşini konuşturmak amacıyla tecavüze uğrardı yada işkence görürdü. Yine eşini ele geçiremeyen askeri güçler kadını gözaltına alıp, işkence ederek erkeğin gelip, teslim olmasını isterdi. Her ne kadar kanunda suçun bireysel olduğu söylense de uygulamalarda görüyoruz ki esas olan erkek ve kadın erkeğe ait bir şey olarak katliam politikalarında daha ağır uygulamalarla karşı karşıya kalırdı.
Kadın kırım politikaları geleneksel ataerkil toplumda, yerini alan ve sürdürülen bir durumdur. Erkeklerin başlattığı aşiret kavgaları, kan davalarında çoğu kez kadınlar berdel olarak verilip, erkekler arasında uzlaşmanın sağlanması da bir kadın kırım politikasıdır. Düşmanlık- kavga erkekler etrafında gelişir, uzlaşma sağlanmak istendiğinde ise ilk kadınlar kurban edilir. Bu da başka bir kadın kırımıdır…
2014 te Daiş’in Şengal’e saldırısı da aynı şekilde gerçekleşti. Daiş, erkekler ve yaşlı kadınları öldürürken, genç kadınları ve çocukları bir savaş ganimeti gibi köle olarak yanında götürdü. 21 yy da kadınlar pazarda köle olarak satıldı, din değiştirmeye zorlandı. Ezidi kadınlara tecavüz ederek, çocuk doğurmaya zorlandı. Ezidi kadınları hem de kendi yakınlarını katledenlerin çocuğunu doğurmaya zorlandı. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin verilerine göre bu dönemde 7 bin Ezidi kadın kaçırıldı. Bunların bir kısmı daha sonra YPJ-YPG güçleri tarafından kurtarılsa da büyük bir kısmından halen haber alınamadı. Nerede oldukları, yaşayıp, yaşamadıkları bile tam bilinmiyor. Eve dönenler açısından da hiçbir şey o kadar kolay olmadı. Bir yandan kendi toplumuna dönme istemi bir yandan kendi toplumunu katleden katillerin çocuklarının toplum tarafından kabul edilmemesi gibi sebepler kadınların yürütülen kırım politikasının sonuçlarıyla sürekli yüz yüze kalmasına yol açtı. Burada özellikle Kürdistan Özgürlük hareketinin sağladığı güvence ve Ezidi Şexlerinin çıkardığı fermanlardan sonra kadınlar dönmüş olsa da, kadınların bu katliamın izlerinin daha uzun süre ruhunda, bedeninde yaşamaya devam edecekleri aşikar. Ezdi katliamı bazı devletler tarafından tanındı ama kadınların kadın olmaktan kaynaklı olarak yaşadığı insanlık dışı, vahşi katliam biçimi gündeme alınmadı, sorgulanmadı, kadın kırımı olarak tanımlanmadı.
Asimilasyon da bir kırım politikası olarak en çok kadınlar üzerinden yaşamsallaştırılmaya çalışılmıştır. Kürdistan’da kadın kırım politikalarının uygulandığı bir diğer alan da okul-eğitim sistemidir. Kürt Kadınları asimilasyon politikalarının hedefine konularak katledilmeye çalışılmıştır. Dersim katliamından hemen sonra insanlar henüz acılarını saramadan, Sıdıka Avar gibi kişiler devletin birer militanı gibi at sırtında köy köy dolaşarak aileleri kız çocuklarını okula göndermek için ikna etmeye çalıştı. Ailelerden uzak yerlere kurulan yatılı bölge okullarında kız çocuklarına kendi kültürü ve dillerini unutturularak, eğitildiler. Zorla Türkçe öğretilirken, ana dilleri unutturuldu. Kürt kültürü itibarsızlaştırılarak, çocukların kendine yabancılaşmaları, kendi toplumsallığından kaçmaları hedeflendi. Burada kız çocuklarına özelde yönelmelerinin nedeni, kadınların en güçlü kültür taşıyıcısı olmaları, kadınlar asimile edilmeden bir toplumun asimile edilmeyeceği hakikatini bilmeleriydi. Kadınların asimile edilmesiyle beyaz soykırımın tamamlanmasını hedeflediler. Son yıllara kadar da “Hadi Kızlar Okula” “Baba Beni Okula Gönder”, “Kardelen” gibi projelerle kadınlar okullara çekilip, asimile edilmesi hedeflendi. 1980 lerden sonra Kürdistan’ın her köyüne elektrik ve tv götürülmesinin de öncelikli hedeflerinden biri buydu diyebiliriz.
Devlet eliyle geliştirilen bir diğer kadın kırım politikası da, Üniformalı şiddet olarak da tanımlanan devlet memurlarının Kürt kadınlarına ilişkin geliştirdiği kırım politikasıdır. Bunu çoğunlukla aşk-sevgi adı altında yapıyorlar. Gülistan Doku, İpek Er ve pek çok kadının katilinin asker veya polis olması tesadüf değildir. Tecavüzcülerin kendi aralarında yaptığı yazışmalar okunduğunda bunların bu işi yapmak için özel görevlendirilen kişiler olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Bu kadınların katilleri devletin koruması altında. 2000 li yıllarda Batmanda yaygınlaşan kadın intiharlarının altında da benzer bir etken vardı. Özel savaşın bir politikası olarak kadınlar özellikle hedeflenerek aşk-sevgi adı altında ya intihara yada büyük sessizliğe mahkum edilen durumlara zorlandılar.
Kız çocukları okullarda devlet memurlarının kurduğu tuzaklarla taciz- tecavüze uğrayarak mücadeleden düşürülmeye çalışıldı. 2009 yıllında Perwari lisesinde öğrencilerin okul müdür yardımcısının da içinde yer aldığı bir grup tarafından fuhuşa zorlanmasını, dönemin okul müdürü, “dağa gideceklerine fuhuş yapsınlar” diyerek bu işteki işbirliğini deklere etmişti.
Kadın kırımının bir diğer örneği siyasi alanda aktif rol almak isteyen, mücadele eden, özgür yaşam arayışında olan kadınlara yönelik siyasi soykırım politikasıdır. Son 20 yılda Kuzey ve Doğu Kürdistan başta olmak üzere yüzlerce kadın tutuklanıp, ağır cezalara çarptırıldı. Kuzeyde 2009 yıllından bu yana başlatılan siyasi kırım politikalarının merkezinde kadınlar yer aldı. Cadı avlarını aratmayan bir şekilde kadınlar tutuklanıp, zindanlara atıldı, ağır yaşam koşullarına mahkum edildi.
Yine İran rejimi şeriat yasalarıyla kadınları geleneksel toplum ilişkilerine mahkum etmeye çalıştı. Özgür yaşam arayışında olan, buna boyun eğmeyenler ya Jina Amini örneğinde olduğu gibi katledildi, ağır cezalara çarptırıldı yada idam edildi. Kadınlar öldürülürken bile cinsiyetçi politikalara maruz kaldı. Recm edilirken erkekler göbeklerine kadar, kadınlar boyunlarına kadar toprağa gömüldü. İdam edilecek kadınlar bekar olma durumunda ikinci bir cezaya çarptırılır. Şeriata göre bekar kadınlar ölümden sonra cennete gidecek. Ölüm cezasına çarptığı kadınların ölümden sonra cennete gitmemesi için onlara tecavüz ederek öyle idam eder. Şirin Elhemhouli 9 Mayıs 2010 da kendisini doğru dürüst savunmadan idam edildi, Zeynep Celaliyan 14 ocak 2009 da avukatı olmadan çıkarıldığı Devrim Mahkemesinde idam cezasına çarptırıldı, Paxşan Azizi’ye 23 temmuz 2024 yıllında idam cezası verildi.
Güney Kürdistan’da ataerkil sistemin kadın kırım politikası çok yaygın. Kadın intiharları, kendini yakma son derece yaygın bir durumdur. Bunların pek çoğu aslında intihar süsü verilen katliamlardır. Yasalar gereği aileler şikâyetçi olmadığı sürece mahkeme dava açmıyor, olay araştırılıp, katil yargılanmıyor. Mahkemenin elinde delilde olsa aileler çoğu kez kendi içinde anlaşarak ölümün üzerini kapatıyor. Kadınların yakınında yer alan bir aile üyesi tarafından öldürülmesi çoğu kez üstü örtülen, yargıya yansıtılmayan bir durum olarak kalıyor.
Sonuç olarak: Kadınlara karşı işlenen suçlar hiçbir zaman gerçek anlamda yargılanma konusu yapılmadı, hesap sorulmadı. Dünya genelinde 2002 yılında uluslar arası savaş mahkemesi ilk kez kadınlara karşı işlenen suç kapsamında Bosna ve Ruwanda da işlenen taciz- tecavüz suçlarını katliam suçu kapsamında ele aldı, yargılamaya konu yaptı. Ancak bu ülkeler dışında böyle bir yargılama durumu yaşanmadı.
Yine 2018 yıllında yayınlanan BM raporuna göre 2011 yılından sonra yaşanan savaşta binlerce kadın ve çocuğa tecavüz edildiği tespit edildi. Göç eden kadınlarda gittikleri yerlerde fuhuşa bulaştırılmakta yada ikinci eş olarak aileleri tarafından satılmakta.
Peki Kadın Kırımını Nasıl Durduracağız?
Jineoloji Akademisi Üyesi
* Blog sayfamızda yayımlanan fikir ve görüşler yazarların kendi görüşleri olup EFFP’nin (Avrupa Barış ve Özgürlük Forumu) görüşlerini temsil etmez.